“Karışık Kaset”i izlerken, kendimi uzun ve hiç bitmesin istediğim bir tren yolculuğunda buldum. Pencereden dışarı baktığımda manzara sürekli değişiyor, tarlalar, dağlar, şehir ışıkları akıp gidiyor ama asıl yolculuk, içeride, kalbimde yaşanıyordu. Bu film de bana tam olarak bunu hissettirdi. Dışarıdan baktığında sıradan bir romantik komedi gibi görünebilir, ama aslında insanın içindeki en saf, en kırılgan, en samimi duygulara götüren bir hatırlatma yolculuğuydu.
Kaset metaforu bu yüzden çok derin geldi bana. Çünkü birine karışık kaset doldurmak, aslında kendi duygularından bir rota çizmek gibidir. Her şarkı bir durak olur, bir başlangıç ya da bir vedadır. Kaset bir yolculuk gibidir; açarsın ve ilk şarkı seni yola çıkarır. Sonra ritmi değişir, bazen hızlanır bazen yavaşlar. Neşeyle coştuğun anlar vardır, bir de içini burkan duraklar… Ama sonunda hepsi bir araya gelir ve senin içsel yolculuğunun hikâyesine dönüşür. Benim de hayatımda öyle kasetler oldu. Belki başkasına verdim, belki sadece kendime sakladım ama her biri kendi içimde yaptığım yolculukların izi oldu. İşte bu yüzden film bana çok dokundu.
Sarp Apak ile Özge Özpirinçci’nin canlandırdığı karakterlerde sadece bir aşk hikâyesi görmedim. Onlarda kendi gençliğimi, kendi yolculuklarımı buldum. Çocukluğun saf heyecanlarını, ilk bakışta kalbin çarpışını, göz göze gelince zamanın durmasını… Hepsi sanki bir şarkının içinde saklıydı. Bir melodide çocukluğum vardı, diğerinde gençliğimin telaşı, bir diğerinde ilk defa kırıldığım an. Film boyunca onların hikâyesini izlerken, kendi yolculuğumun kasetini dinliyordum aslında.
Film bana aşkı bir yol gibi gösterdi. Ve düşündüm: aşk gerçekten de düz bir güzergâh değil. İçinde inişler, çıkışlar, dönemeçler, kayboluşlar var. Bazen yol çok kolay gelir, bazen yürümek ağır gelir. Tıpkı uzun bir yolculuk gibi… Yol arkadaşın varsa, sana güç verir; yoksa, sessizlikle baş başa kalırsın. Ama o sessizlik bile boş değildir, çünkü kalbinde bir şarkı çalar. İşte “Karışık Kaset” bana tam da bunu anlattı: İnsan, yolunu kaybettiğini sandığında bile kalbinde saklı melodilerle yeniden kendini bulur.
Bu film belki eleştirmenlerden yüksek puanlar almadı, belki teknik olarak kusurları vardı. Ama bana göre mesele puanlar değil, bir filmin seni alıp kendi iç yolculuğuna çıkarıp çıkaramadığıdır. Çünkü biz izleyiciler, mükemmel filmleri değil, bizi bize hatırlatan, kalbimize dokunan filmleri hatırlarız.
Benim için “Karışık Kaset” öyle bir film oldu. Bir bavul gibi içi dolu, bazen dağınık, bazen eksik ama çok gerçek. Bana şunu hissettirdi: Hepimizin hayatında bir yol var. O yolun her durağında bir şarkı, her şarkının içinde bir anı var. Bazı duraklarda gülümseriz, bazılarında içimiz acır ama yol devam eder. Ve belki de en güzeli, yol boyunca yanımızda olanlarla aynı şarkıda buluşabilmektir.
Bir kaseti dinlerken başa sarma ihtiyacı duyarsın ya… Film bana hayatı da öyle hatırlattı. Keşke bazı anları geri alabilsem, bazı şarkıları tekrar dinleyebilsem dedim. Ama sonra anladım ki yolculuğun güzelliği biraz da geri dönülmezliğinde gizli. Bir kez dinlediğin şarkı, bir kez yaşadığın an, bir kez hissedilen o kalp çarpıntısı… Hepsi bir daha aynı şekilde yaşanmaz. Ama yine de kaset çalmaya devam eder, yol da sürer.
Sonuçta, “Karışık Kaset” bana şunu söyledi: Hayat uzun bir yolculuk, aşk onun en güzel durağı, müzik ise o yolculuğun en sadık rehberi. Ve belki de hepimizin içinde sakladığı bir “karışık kaset” var. Biz fark etsek de etmesek de o kaset çalmaya devam ediyor.
Yazar: Taylan Özdemir

