Utkan Adıyaman’ın Ardından: Yaşamın ve Mücadelenin İzinde

97611

Her insan dünyaya bir iz bırakır. Kimi izler rüzgârda silinir, kimileri ise toprağa kök salar, yaşamaya devam eder. Utkan Adıyaman’ın izleri, işte o kalıcı olanlardan. Onu anlatmak, yalnızca bir öğretmeni ya da bir partiliyi değil; doğaya tutkuyla bağlı bir insanı, çocuklarına sevgiyle yaklaşan bir babayı, halkın mücadelesinde sarsılmaz bir devrimciyi anlatmaktır.

Doğayla Kurulan Bağ: Öğretmenliğin Sessiz Dersleri

Utkan’ın doğayla kurduğu ilişki, sıradan bir “doğa sevgisi”nin ötesindeydi. Onun için doğa, insanın en büyük öğretmeniydi. Bir ağacın köklerinde sabrı, dallarında umudu görürdü. Öğrencilerine bazen defter ve kitapların dışında da dersler verirdi: “Bakın çocuklar,” derdi, “toprak suyu saklar, su hayatı büyütür, hayat da dayanışmayla çoğalır. İnsanlığın kurtuluşu da böyle olacak.”

Doğada gördüğü dengeyi toplumsal hayata uyarlardı. Kapitalizmin doğayı talan etmesine öfkeliydi çünkü biliyordu: Doğayı yok eden sistem, insanı da yok eder. İşte bu yüzden onun doğa yürüyüşleri bir geziden çok daha fazlasıydı; adeta birer bilinç yolculuğu.

Babalığın Derinliği: Çocuklara Miras Olan Bir Hayat

Utkan’ın yaşamındaki en özel yönlerden biri babalığıydı. Çocuklarına yalnızca sevgi değil, özgürlük bilinci de bıraktı. Onları birer küçük yol arkadaşı gibi gördü, hayatı birlikte keşfetti. Gökyüzüne bakıp bulutlardan hikâyeler uydururken aslında onlara şunu öğretiyordu: Hayal kurmak en büyük özgürlüktür.

Öğretmenlik: Bilginin Ötesinde Umut Aşılamak

Onun öğretmenliği, yalnızca müfredatla sınırlı değildi. Öğrencilerine bilgi kadar umut da verirdi. Onun sınıfında öğrenilen şey yalnızca matematik ya da tarih değildi; aynı zamanda adalet, eşitlik ve dayanışma duygusuydu. Bir öğrencisinin hayatına dokunmak, ona cesaret vermek, onun için bir dersin en önemli parçasıydı.

Türkiye İşçi Partisi: Umudu Büyütmek, Dayanışmayı Kurmak

Utkan’ın hayatının en belirgin duraklarından biri de Türkiye İşçi Partisi idi. TİP, onun için yalnızca bir siyasal örgüt değil; çocuklarına, öğrencilerine ve yoldaşlarına bırakılacak en önemli mirastı.

Çünkü TİP, ezilenlerin ortak sesi, işçilerin ekmek kavgasının örgütlü hali, kadınların özgürlük çığlığının yankısı, gençlerin gelecek talebinin somutlaşmış biçimiydi. Utkan bunu çok iyi biliyordu. Onu parti kortejlerinde görenler yüzündeki kararlılığı, gözlerindeki umudu hemen fark ederdi.

Toplantılarda söz aldığında asla yüksek perdeden bağırmazdı. Sessiz ama inandırıcı, berrak ve tutarlı konuşurdu. Çünkü sözleri sadece kitaplardan değil, hayatın kendisinden süzülmüştü. O, TİP’in dilini halkın diliyle buluşturanlardan biriydi.

Ve onun için en kıymetli kavramlardan biri dayanışma idi. İşçinin grev çadırına omuz vermek, öğrencinin burs mücadelesine destek olmak, kadının hak arayışında yanında olmak, depremde, selde, yangında halkın yarasını birlikte sarmak… İşte bu, Utkan’ın siyaset anlayışıydı. Dayanışmayı yalnızca bir slogan değil, yaşama biçimi yaptı. Çünkü biliyordu: Dayanışma, kapitalizmin yarattığı yalnızlığı kırmanın tek yoludur.

Bir dostunun evine ekmek götürmekten, bir öğrencisinin masasına kitap bırakmaktan, bir yoldaşının derdini dinlemekten hiçbir zaman geri durmadı. Onun gözünde dayanışma, yalnızca büyük toplumsal eylemler değil, gündelik hayatın küçük ama güçlü bağlarıyla da mümkündü.

Mücadelenin İzinde: Utkan’ın Mirası

Utkan Adıyaman, bir öğretmen olarak bilgisini, bir baba olarak sevgisini, bir devrimci olarak kararlılığını, bir TİP’li olarak örgütlü gücünü arkasında bıraktı.

Onu anlatırken akla hep şu üçlü geliyor: doğa, babalık, mücadele. Ama bu üçlünün birleştiği yerde kocaman bir kavram daha var: dayanışma. Çünkü Utkan’ın hayatı boyunca ördüğü bağlar, birbirini hiç tanımayan insanların bile aynı sofrada buluşmasını sağlayan o dayanışmanın ruhunu taşıyordu.

Bugün Utkan aramızda değil, ama onun bıraktığı izler hâlâ yaşıyor. O izler, doğanın her köşesinde, çocukların her gülüşünde, işçilerin her direnişinde, TİP’in her kortejinde kendini gösteriyor. Onu yaşatmanın tek yolu, dayanışmayı büyütmek ve mücadelesini sürdürmek.

Şimdi geriye dönüp bakınca, Utkan’ın en çok da tutarlılığını hatırlıyorum. Nerede olursa olsun aynı insandı. Bir sınıfta tarih anlatırken de, bir miting meydanında slogan atarken de, bir dağın yamacında toprağı elleriyle kavrarken de… Hep aynı dinginlik, aynı kararlılık, aynı güven.

O yüzden onun ardından konuşmak, aslında biraz da kendimize dönmek demek. Çünkü Utkan bize sadece bir insanı değil, bir hayat anlayışını bıraktı. Sevginin, emeğin, doğanın ve mücadelenin iç içe geçtiği bir yaşamı…

Bugün hâlâ içimde bir boşluk var. Gece yarısı çalan telefonun sessizliğiyle büyüyen bir boşluk. Ama aynı zamanda içimde bir ses de var, onun sesine karışan:
“Yol bitmez. Mücadele devam eder. Bir gün, çocuklarımız özgürce oynayacak bu topraklarda.”

Ve ben biliyorum: Utkan hiç gitmedi. O, bir çocuğun gözlerindeki ışıkta, bir işçinin alın terinde, bir yoldaşın sımsıkı sarılışında hâlâ bizimle.

Yazar: Taylan Özdemir