Ayfer Karakaya-Stump’un “Vefailik, Bektaşilik, Kızılbaşlık” Kitabı Üzerine
Bir toplumun kendine dair en büyük yanılgılarından biri, tarihini hep başkalarının yazdığı kadarıyla bilmesidir.
Aleviler için de durum çoğu zaman böyle oldu. “Bizim yazılı kaynağımız yok” dendi, “Biz sözlü gelenekten geliyoruz” diye tekrarlandı, “Bizim tarihimiz zaten devletin yazdığı kadardır” diye düşünüldü. Peki gerçekten öyle mi?
Ayfer Karakaya-Stump’un kaleme aldığı “Vefailik, Bektaşilik, Kızılbaşlık: Alevi Kaynaklarını, Tarihini ve Tarihyazımını Yeniden Düşünmek” kitabı tam da bu noktada okuyucunun zihninde bir kapı açıyor. Diyor ki: Hayır, sizin yazılı kaynaklarınız var. Ocaklarınızda saklanan buyruklar, tekkelerinizde tutulan kayıtlar, dervişlerinizin yazdığı mektuplar, ziyaretnameler… Bunların hepsi sizin hafızanızın parçalarıdır.
Bu yazıda kitabın bölümlerini tek tek ele alıp, daha samimi bir dille anlatmaya çalışacağım. Çünkü bu sadece bir akademik kitap değil; aynı zamanda bize, yani Alevilere, kendi tarihimize nasıl bakabileceğimizi gösteren bir yol haritası.
Alevi-Bektaşi Tarihyazımı: Mitler ve Gerçekler
Kitap “Alevi tarihinin yazılı kaynağı yoktur” sözüyle hesaplaşarak başlıyor. Bugün hâlâ birçok insan böyle düşünüyor. Oysa ocaklarda saklanan buyruklar, dede ailelerinin arşivleri, tekkelerdeki belgeler bize başka bir şey söylüyor: Bizim tarihimiz var, ama biz ona bakmayı unutmuşuz.
Burada önemli olan nokta şu: tarih sadece devlet arşivlerinde değil, kendi evlerimizde, sandıklarda, ocaklarda da saklı. Belki bir dedenin çekmecesinde duran eski bir defter, belki bir köy odasında unutulmuş bir buyruk nüshası… Bunlar, “bizim yazılı kaynağımız yok” diyenlere verilecek en güzel cevaptır.
Kızılbaş, Bektaşi ve Safevi İlişkileri
Kitapta 17. yüzyıldan kalma bir mektup inceleniyor. Bu mektup, Anadolu’daki Kızılbaş topluluklarının Safevilerle ilişkisini gösteriyor. Biz çoğu zaman bu ilişkiyi tek taraflı, sanki sadece bağlılık üzerine kuruluymuş gibi biliriz. Ama mektup bize çok daha canlı bir tablo çiziyor.
Bir düşünün: Anadolu’nun bir köyünden çıkan bir derviş, Safevi sarayına mektup yazıyor. Onlar da cevap veriyor. Demek ki ilişkiler karşılıklı, demek ki Aleviler sadece “bağımlı” değil, aynı zamanda söz söyleyen, taleplerini dile getiren topluluklar. Bu mektup bize şunu düşündürüyor: Kendi tarihimizi başkalarının anlattığı kadar değil, kendi belgelerimiz üzerinden okursak bambaşka bir manzara görebiliriz.
Irak’taki Bektaşi Tekkeleri
Irak deyince aklımıza hemen Kerbela ve Necef gelir. Ama kitabın bu bölümü bize şunu hatırlatıyor: Bektaşi tekkeleri de bu topraklarda kök salmış.Kerbela’da tekkeler vardı, İmam Hüseyin’in türbesinin hemen yanı başında. Bağdat’ta Gürgür Baba ve Hızır İlyas tekkeleri, insanlara sadece ibadet değil, dayanışma da sunuyordu.Kerkük ve civarında tekkeler, Türkmen Aleviler için hem inanç hem de kültür merkeziydi.
Bu satırları okurken ister istemez insanın aklına şu soru geliyor: Bugün o tekkelerin izleri nerede? Onların taşları yıkılmış olabilir ama belleğimizde hâlâ yaşamıyorlar mı?
Buyruk Mecmuaları: Yolun Yazıya Dökülmüş Hali
Aleviliğin en önemli kaynaklarından biri Buyruk’lardır. Bugün hâlâ cemlerde okunan, yolun temelini oluşturan bu metinler, aslında ocakların sakladığı bir yazılı hafızadır.
Kitap, Erzincan’dan çıkan bir buyruk nüshasını ele alıyor. Satırlarında sadece inanç kuralları değil, aynı zamanda yaşanmışlıklar, toplumsal düzenlemeler var. Düşünün ki yüzyıllar önce bir ocakzade dede, yolun kurallarını yazıya döküyor. Belki torunları, belki talipleri okusun, yol bozulmasın diye…
Buyrukların varlığı bize şunu söylüyor: Alevilik sadece sözlü bir gelenek değil; yolun yazıya dökülmüş, belgelenmiş bir tarihi de var.
Sinemilliler: Bir Ocak, Bir Aşiret
Kitabın en canlı bölümlerinden biri Sinemilliler üzerine. Harput’tan başlayan yolculuk, Anadolu’nun dört bir yanına yayılan bir ocak ve aşiretin hikâyesi…
Burada ocak ile aşiretin nasıl iç içe geçtiğini görüyoruz. Sinemilliler, sadece bir ocak değil, aynı zamanda toplumsal bir örgütlenme biçimi. Bir köyden ötekine, bir şehirden diğerine uzanan bağlarla örülmüş bir ağ.
Sinemillilerin tarihi bize şunu düşündürüyor: Ocaklar sadece geçmişte kalmış yapılar değil; bugünkü kimliğimizin en temel taşlarıdır.
1548 Tarihli Ziyaretname: Bir Dervişin Yolculuğu
Ve kitapta insanın içine en çok dokunan belgelerden biri: 1548 tarihli bir ziyaretname. Bir Vefai/Alevi dervişinin Irak’a yaptığı yolculuğu anlatıyor.
Düşünün, bundan yaklaşık 500 yıl önce bir Alevi dervişi yola düşüyor, Kerbela’ya, Necef’e gidiyor. Oradaki ziyaretlerini yazıya döküyor. O satırlarda hem inanç var, hem özlem, hem de bir yolun izleri…
Bu ziyaretname bize şunu gösteriyor: Bizim yolumuzun izleri sadece Anadolu’da değil, tüm coğrafyada var. Ve bu izler yazıya dökülmüş, korunmuş.
Sonuç: Kendi Tarihimizi Yeniden Okumak
Ayfer Karakaya-Stump’un kitabı, sadece bir akademik eser değil; Alevi toplumuna bir çağrı. Diyor ki:
Tarihinizi başkalarının yazdığı kadarıyla değil, kendi kaynaklarınızdan okuyun.
Ocaklarınızda saklanan buyrukları, tekkelerinizdeki belgeleri, dedelerinizin hatıralarını hatırlayın.
Sözlü hafızanızı yazılı belgelerle birleştirin.Belki de bu kitabın en büyük önemi burada: Bize “siz unutulmuş değilsiniz, sizin yazılı bir tarihiniz var” diyebilmesinde.
Eğer bir gün bir ocakta eski bir defter bulursanız, ya da bir dedenin sandığından bir buyruk çıkarsa, bilin ki o sadece bir kâğıt parçası değil; kimliğimizin, yolumuzun, belleğimizin bir parçasıdır.
Yazar: Taylan Özdemir
